Çiçero, Roma’nın en parlak dönemlerinde yaşamış, hukukçu, filozof ve devlet adamıdır. Latince söylemlerinin gücü, onun döneminin politik ve ahlaki değerlerini derinlemesine kavramasından gelmektedir. Cumhuriyet ideallerine gönülden bağlı olan Çiçero, özgürlüğü, hukukun üstünlüğünü ve adaleti savunmuş; Roma’nın düzeni bozan ihtiraslarına karşı durmuş biriydi. Ancak, onun da tanıklık ettiği bir gerçek vardı: Savaş, en adil kanunları bile sessizliğe gömecek kadar güçlüydü.
Çiçero, “Inter Arma Enim Silent Leges” (Savaş Zamanında Kanunlar Sessizliğe Gömülür) sözünü söylediğinde, Roma’nın Sezar tarafından hükmedildiği bir dönemdi. Sezar, Roma’nın kapılarından içeri girdiği gün, ezeli rakiplerinin boyunlarını almış, kendi adına tehdit olarak gördüğü heykelleri yıktırmış ve mezarları açtırarak cesetleri Tiber Nehri’ne attırmıştı. Bu güç gösterisiyle Tiber’in sularını, yok edilen bir dönemin izleriyle doldurmuştu. İşte, Sezar bu eylemleri gerçekleştirirken, Çiçero o meşhur sözünü söylemişti: “Savaş zamanında kanunlar sessizliğe gömülür.” Roma, cumhuriyetin beşiği ve sosyal düzenin ilk varlık sahası, Sezar’ın ihtiraslarına yenik düşmüş, cumhuriyet despotizme, düzen ise yıkılmış kurallara dönüşmüştü.
Savaş zamanında kanunlar sessizliğe gömülür! Ancak gömülen yalnızca kanunlar değildir; bu sessizliğe bürünen, savaşın acımasızlığına tanıklık eden insanlardır. Birinin ya da birilerinin daha fazlasını elde etme hırsıyla, kanunların susturulması, insanların da sessizliğe gömülmesine yol açar. Kimisi yaşamını, kimisi de hayatının anlamını yitirir.
Tarihin sayfaları, bu acımasız gerçeğin örnekleriyle doludur. Örneğin, Fransız Devrimi sırasında, özgürlük ve eşitlik vaadiyle yükselen devrim, terör dönemine dönüştü. Robespierre ve yandaşları, devrimin ilkelerini koruma bahanesiyle binlerce insanın giyotinde can vermesine neden oldu. O dönemde, “halkın iyiliği” adına kanunlar sessizliğe büründü; ancak terörün sona ermesiyle, aynı kanunlar devrimin önderlerini yargıladı. Robespierre’in kendisi de giyotinin keskin bıçağıyla tanıştı.
Srebrenitsa’da Miladiç, katliamını gerçekleştirirken, kanunlar da sessizliğe gömülmüştü. Miladiç, öldürdüğü insanların atalarıyla ortak imzaladığı toplum sözleşmesini, örfü, kültürü terk etmiş ve onların mezar taşlarını kendi elleriyle dikmişti. Yirminci yüzyılın ortalarında yaşanan Holokost da benzer bir trajedi olarak tarihe geçti. Nazi rejimi, “savaş zamanı” bahanesiyle altı milyon Yahudi’yi ve milyonlarca masum insanı sistematik bir şekilde katletti. Nuremberg Mahkemeleri’nde yargılanana kadar, o dönemin “kanunları” sessizliğe gömülmüştü.
George W. Bush, 2003 yılında uluslararası kuralları ve kendi ülkesinin yasalarını hiçe sayarak soluğu Irak’ta aldı. Dünya halklarının büyük çoğunluğunun karşı çıktığı bu savaşı, zengin enerji kaynaklarını (petrol) kontrol etmek ve stratejik bir bölgeye hâkim olmak adına, kanunları sessizliğe gömerek başlattı. Bu savaşın izleri, bugün hâlâ Irak’ın topraklarında görülebilirken, savaş sırasında sessizliğe gömülen kanunlar, bir gün bu eylemleri yargılamaya açabilir.
Çiçero’ya bu sözü söyleten Sezar, adaletin karşısında “Sen de mi, Brütüs?” demek zorunda kalmıştı. Boşnak annelere, çocuklara, gençlere ve yaşlılara kıyan Miladiç’e ise dünya “Yargılanacaksın!” dedi. Nazi savaş suçluları da 1945’te Nuremberg’de, dünyayı savaşın yıkımına sürüklemenin bedelini ödediler. Bush’a henüz kimse bir varil petrol için varil varil insan kanı akıtmanın hesabını sormadı. Ancak insanların kalbinde o, çoktan yargılanmış durumda.
Varlığını ve gücünü savaşla kanıtlamaya çalışan devletler ve liderler, kendi yasalarını sessizliğe gömmeye devam etseler de tarihin hükmü asla durmaz. Çiçero’nun dediği gibi, savaş zamanlarında kanunlar sessiz kalır. Ama savaş sona erdiğinde, kanunlar kendilerini sessizliğe gömenleri yargılar. Bugün uluslararası mahkemeler, geçmişte sessiz kalan yasaların sesini yeniden yükseltiyor.
Çiçero, bizlere şunu anlatıyor: Ya kanunları sessizliğe gömercesine savaşmayacaksın ya da kanunların senden hesap vermemesi için sürekli kan revan savaş içerisinde kalacaksın. Adaleti bozanlar, eninde sonunda, kendilerini adaletin hükmünden kaçamazken bulacaklar. Gerçek refah ve huzur, yalnızca adaletin sesi kesilmediğinde var olabilir.
17.12.2011
Mesut Özdemir